Yazıda,
Human Rights Law Review, (2022, 22, 1–24) dergisinde yayımlanan,
"Language and Persuasion: Human Dignity at the European Court of Human Rights" isimli makaleden hareketle, "insan onuru" kavramına kısaca değinilecektir.
AİHS metninde "insan onuru" ifadesi bulunmamaktadır. Bu, bir eksiklik olmakla birlikte; AİHM, yaşayan bir hukuk metnindeki bu eksikliği, içtihatlarıyla gidermeye çalışmaktadır.
"İnsan onuru" ifadesi, II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan atmosfer ile birlikte gerek uluslararası metinlerde gerekse yargı kararlarında kendine yer bulmaya başlamıştır. Günümüzde sadece uluslararası metinlerde değil, devlet anayasalarında da büyük çoğunlukla gün yüzüne çıkmış ve kendine yer bulmuştur.
Bu hususla birlikte, "insan onuru" denildiğinde, ne anlaşılmaktadır? Her ne kadar, "insanın sırf insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık olması" olarak açıklanmaya çalışılsa da, söz konusu makalede de belirtildiği üzere, bu konuda ortak bir dil oluşturulamamıştır.
Mahkeme, "insan onuru” kavramını belirli bir strateji kapsamında mı kullanmaktadır? Bu kavramı içinde barındıran kararlar, Taraf Devletlere hangi mesajları iletmektedir?
Stratejik Bir Tercih
AİHM, istatistiksel olarak incelendiğinde, en fazla AİHS 3. madde söz konusu olduğunda bu kavramı kullanmaktadır. Bu kavramı kullandığında ise yüksek ihtimalle söz konusu başvuruyu ihlal kararı ile neticelendirmektedir. Bu makale ayrıca, söz konusu ihlal kararlarının, Taraf Devletler tarafından daha düşük bir kabiliyetle icra edildiğini ifade etmektedir. Yani, Taraf Devletler, içinde "insan onuru" geçen ve ihlal kararı ile sonuçlanan kararların gereğini yerine getirmekte zorlanmaktadır.
AİHM eski yargıçlarından Costa, AİHM'in bir stratejik taktikle, ciddiyet arz eden 3. madde kapsamındaki başvurulara ilişkin olarak "insan onuru" ifadesini kullandığını savunmaktadır. Costa'ya göre, AİHM, insan onuru ifadesini, ciddi nitelikte gördüğü ve ihlal kararıyla sonuçlandıracağı başvurularda kullanarak, Taraf Devletlere bu tür başvuruların niteliği ile ilgili olarak bir ipucu vermeyi düşünmektedir. İstatistiksel olarak, "insan onuru" ifadesi geçen bir karar, dört kat yüksek ihtimalle ihlalle neticelenmektedir. Bu vesileyle AİHM, insan onuru ifadesini ihlalle neticelendireceği başvurularda kullanarak, ortak bir dil kullanmayı amaçlamaktadır.
Bununla birlikte, Taraf Devletler ile AİHM, insan onuru kavramını aynı şekilde yorumlamamaktadır. Taraf Devletler, hükümet savunmalarında bu kavrama kendi bakış açılarıyla yer vermektedir. Örneğin, hükümet savunmalarında bu kavrama farklı bir yorum getiren Rusya'ya ait başvurulara ilişkin kararlarında AİHM, Rusya'nın söz konusu görüşlerine herhangi bir yanıt vermemektedir.
Ayrıca, AİHM'in beklentisinin aksine, insan onuruna atıf yapılan ihlal kararları, Taraf Devletler tarafından aynı ciddiyetle ele alınmamaktadır. Bu, ihlal kararlarının icrasının çok geç ya da hiç gerçekleşmiyor olmasından anlaşılmaktadır.
Mahkeme, insan onuru kavramını ilk olarak 1978 yılında, Ireland v. UK kararında kullanmıştır. Bu karar, ciddi nitelikte kötü olan cezaevi koşullarına ilişkin bir başvuruya yöneliktir. Bugüne kadar, birçok kararında insan onuruna değinen AİHM, AİHS metnindeki boşluğu gidermiştir fakat insan onuru ifadesinin net bir tanımı yapılamamıştır.
AİHS 10. maddeye ilişkin kararlar ise, insan onuruna atıf yapılan ikinci en çok başvuru türüdür. 3. maddenin aksine, bu maddeye ilişkin kararlarda "insan onuru" kavramına yer verilip verilmemesi, kararın sonucuna işaret etmemektedir.
Sonuç
Makale, insan onuru kavramına yeni bir bakış getirmektedir. Bu kapsamda, Costa'nın görüşüne yer vererek, AİHM'in stratejik bir tercih sergileyip sergilemediğini araştırmıştır. Buna göre, AİHM, 3. madde kapsamında stratejik bir duruş sergilemekte ve ihlalle neticelendireceği başvurularda insan onuru kavramına yer vermektedir. Ne var ki; Taraf Devletler, AİHM'in "insan onuru" ifadesi ile anlatmak istediği mesajı görmemekte ya da göz ardı etmektedirler. Bu durum, "insan onuru" ifadesinin etkinlik derecesini kuvvetlendirememektedir.
Rusya örneğinde olduğu gibi, "insan onuru" kavramını Taraf Devletler, ortak bir dil benimsemekten ziyade, kendi tanımlarına ve değerlendirmelerine göre yorumlamayı tercih etmektedirler.